29 Nisan 2014 Salı

kelebek

Doğanın en eşsiz ve zamansız varlığı kelebek. Ömrü bir gün değil düşünüldüğü gibi, sadece ruhu özgür ve özgürlüğünün peşinde renk ahenk bedenini geride bırakmaya doğru giden yolculuğunun keyfinde bu nedenle. Kozasında biriktirmiş bilgeliğini ve en tırtıl halini bile sevgiyle sarmalamış. Bu kabullenişin ve an'da kalmanın ödülünün, gökkuşağını kıskandıran renklerle bezenmiş kanatlar olacağını cennette fısıldamışlar kulağına. Hızlıca gözlerin önünde belirdiği ve sonra çiçek bahçelerine karıştığı bir saniye, sonsuzluğunun en derin göstergesi oluvermiş. Yüzyıllar boyu insanlar bu eşsiz rapsodiyi hayranlıkla izlemişler.

Mavi'nin Sesinin ev sahipliğindeki 'Düşler Gerçeğe Dönüyor'' Şifa Tapınağı Yeni Ay Meditasyonu'nda ve sonrasında kelebekler seslendi ruhuma. Bir kelebeğin kanatlanıp gökyüzüne doğru süzülmesini, diğerleri coşku ile karşılarlarmış. Durup bir an her birimizin birer kelebek olmasını diledim. Kelebeğin etkisinin sonsuzluğundan dem vurulduğunda, kelebeğin narin kanadının çıkardığı rüzgar eşliğinde düşlerimin tohumlarını serpmeye başladım sağlı sollu.

Sevgili Esra'nın Kelebekleri :))
Gerçeğe dönüşmesini seçtiğimiz herşeyi çala kalem yazdığımız yemyeşil kağıtlarımızdan bir buket yapmış ve heyecanla payımıza düşen mesajı içinde barıdıran kartımızı sahiplenmiştik. Üstelik bir de yeşil mum ışığı vardı şifaya yardımcı. Mavi'nin zümrüt yeşili sesiyle, büyük kapıları olan şifa tapınağına doğru ilerledim. Üzerimde bembeyaz elbisemle ışıl ışıl merdivenleri çıkarken arkamı dönüp baktığımda, dünyanın yemyeşil vadileri süsleyen çiçekler ve kelebeklerle bezenmiş olduğunu görerek gülümsedim.Tapınağın kapısının ardında uzanan eşsiz güzellikteki ormanın ilerisinde, duvarlarında izler olan eski zaman bir kerpiç ev, köstekli saate benzeyen bir pusula ve bembeyaz kumlar gizlenmişti.

Yeni ay'ın ince, beyaz ve parlak ışığı gözlerimi kamaştırdı bir an ve şifa tapınağından ayrılırken avcuma bırakılan pusula "Koza'mdan çıkma zamanının geldiğini" fısıldadı.

Renk ahenk şifa'ya ve dostlara şükranlarımla,

Aşkla, ışıkla,
Burçak


28 Nisan 2014 Pazartesi

kaynak

Kendimi mistik bir dansın kollarına bıraktığımda içimde "burada ne iseniz; dışarıda da o'sunuz." diyen bir ses yankılandı. Ve o ses devam etti "hayatın akışında bir an donup tüm düşünceleri durdurabilme alışkanlığı kazanın, bu sizi kendinize yakınlaştırır" diyerek.

İçindeki kadın ve erkeğin dengeli dansı;
Öz'de bir hissi;
Nefes'in bedene yayıldığının ve boşluğa bırakıldığının farkındalığı;
Gökyüzüne uzandığındaki neşe;
Ellerini kalbinde birleştirip başını önüne eğdiğindeki şükretme hali;
İçindeki çocuk, anne, baba;
Bir ışık binbir şifa;
İçindeki güneş;
Özgürlüğün hediyesi boşluk;
Sessizliğin hediyesi hiç'lik...

"burada ne iseniz; dışarıda da o'sunuz" diyen ses'e ben'den selam olsun ve desin ki "Aşk'tan olan herşey kaynaktan"

Aşkla, ışıkla,
Burçak

25 Nisan 2014 Cuma

Vapurlar Dolusu Dilek

İstanbul'da gün doğmaya yüz tutmuşken yola düştük. Sırtımızda çanta, kalbimizde binbir dilek. Sabahın ilk vapurunu yakalamış olmanın heyecanına, oturacak yer bulabilmiş olmanın mutluluğu eklendi. Mis gibi taze simit kokusunu alan martılar eşlik etti yolculuğumuza. Sıra sıra adaların her birini selamladık ve dileklerimizi salıvereceğimiz büyük ada'ya ulaştık.

Sayısız mucizelerin sahibi Aya Yorgi / Aziz Georgios, herşeyin inançla mümkün olduğunu koyuyordu ya sessizce yukarıya doğru ilerleyen adımlara, bu yüzden belki de yol boyunca karşımıza çıkan kelebekleri salıvermişti üzerimize. Yol üzerinde sağlı sollu şifacılar, dua edenler, pembe, kırmızı, mavi, beyaz mumlar, farklı dinlerin rituellerini sergileyen genç, yaşlı yürekler vardı. Bir diğerinin inancını ötekileştirmemişti Aziz Georgios ve kilisenin kapılarını her dinden, her inançtan duaya açmıştı. Öz'de bir olduğunun bilgeliğiyle ellerini gökyüzüne açmış; kalbinde birleştirmiş, göğsüne koymuş herkesi muhteşem bir ritüeli yerine getirmek üzere bir telaş sarmıştı.

Bizim üzerimize adı huzur olan bir örtü serilmişti uyandığımız an. Yolculuğumuzun devamında elimize rengarenk mumları aldık ve tüm dostları kattık sessizce, hayal kurarak, imgeleyerek attığımız adımlara. Arada sırada yüzümüzde belli belirsiz oluşan gülümsemenin ve kimi zaman da hüzünlü bakışların tek şahidi arnavut kaldırımları idi belki de. Kiliseye girmeden mumlarımızı heyecanla ışıkla donattık. Kilisenin kendine özgü kokusu hızlıca sardı ruhumuzu... Ellerimizi kalbimizde sımsıkı birleştirerek sadece şükrettik... Çıktığımızda bizi bekleyen renkahenk ağacın altındaki taşlara dileğimizi çizmek üzere çocukluğumun oyun arkadaşlarından bir parça kiremit çıktı karşıma. Ağaçtan düşmüş eriklerden, yapraklardan, kiremitin arkasında bıraktığı belli belirsiz çizgilerden hayal bir hayat yaratmıştık işte :) 

Sakin sakin çıktığımız yoldan geri inme zamanı geldiğinde vapurlar dolusu dilek sıralanmıştı aşağıya kadar. Müthiş bir kalabalıktı. Aşağıya doğru ilerlerken, bu sefer daha önce "bir dilek tutmuş ve dileği gerçek olmuş" gülen yüzlerin hediyeleri şekerler, çikolatalar vardı :)) Yüzlerdeki gülümseme, tanıdık tanımadık herkesin içindeki şükran dört bir yanı sarmış rengarenk makaraların bıraktığı izlerle sarmanmıştı. Vapurlar dolusu dilek akın akın taşındı Aya Yorgi'ye... Yürekten istemenin mucizeleri beraberinde getireceğini öz biliyordu ve bedenleri de sürüklemişti işte :)) 

Bir'in ve bütünün hayrına olacak şekilde tüm dilekler kabul olsun :))

Aşkla, ışıkla,
Burçak      

Aya Yorgi / Aziz Georgios 

22 Nisan 2014 Salı

Sohbet

Bugün sabahı pırıl pırıl güneşin yansıdığı denizin üzerine, tekneyi altın bir kalem olarak kullanan güneşin bıraktığı altın ışık karşıladı. Gülümseyerek teşekkür ettim ve bir koşu bıraktım ayaklarımı yeniköy'ün eski istanbul kokan sokağından aşağıya.

Uzun zamandır kullanmadığım yolda gelişigüzel adımlarımla ilerledim ve epeydir yolumun kesişmediği, yeniköy'ün emektar çöpsüsüne rastladım. Bir kulağında kulaklık, yarısı bir yana diğeri ise belki de öz'üne bakan gözleri ile kendine has gülümsemesini bıraktı üzerime ve sordu "neredesiniz? ne zamandır görmedim sizi? dış memleketlere mi gittiniz?" 

Burnuma gelen hanımeli kokusunu içime çekerek beklediği yanıtı verdim. "Evet, bir süredir yoktum" dedim ve halini hatırını, memleketten haberlerin nasıl olduğunu sordum. "Memleket iyi" dedi ve duraksadı. "Şimdi siz gidip görmüşsünüzdür" diye devam etti konuşmaya bir yandan da elindeki süpürgesi ile yerdeki inatçı yaprağı iteliyordu. "Öyle ya herşeyi daha iyi yapmak lazım. Siz bana anlatsanız, dış memleketlerde bu işi daha iyi nasıl yapıyorlar?" diyerek sorusuna devam etti. "Her zaman öğrenecek şeyler vardır ve daha iyi nasıl yapılır diye bilmek istiyor insan" diye de ekledi.  "Aynı sizin gibi yapıyorlar" kelimeleri çıktı bir tek benden. Servisin koskocaman gövdesini gördüm ve iyi günler dilerek ayrıldım. Kulaklığını taktı, "hayırlı günler" dedi ve her mevsim dönümü yapraklarını topladığı ağaçlarına, sokağına geri döndü.

Yeniköy Yağhanesi sokağın mis deniz kokulu köşesindeki bu sohbet seslendi en içime ve dedi ki 
"Yüreğindeki işi yap ve her ne yapıyorsan aşkla yap"

Bu öğle saatlerinde öğrencilerim #salıJazz eşliğinde ışık ışık yanıma geldiklerinde, ruhum gülümsedi ve teşekkür ettim... 

Aşkla, ışıkla,
Burçak

16 Nisan 2014 Çarşamba

Mavi


Her bir meditasyon içinde kendi hikayesini barındırır,  renkahenk şifaya giden yola atılan adımdır ve varlığın sonsuzluyla kana kana sohbet ettiğin an’dır. İşte tam da o andan sana sesleniyorum… 

Hoşgeldin… 

Sen Mavi’nin sesi ile içindeki Tanrıça enerjisini dengeleme heyecanındayken yanındaydım ve çıktığın muhteşem yolculukta sana eşlik ediyordum. Ayaklarının iki ileri bir geri gittiği, daha önce bir tanesini de kaçırdığın Tanrıça Meditasyonunu Dolunay’ı takiben gelen ay tutulması eşliğinde yakalamış olmanın tesadüf olmadığının farkında olduğunu biliyorum. Bu nedenle koşar adım çıkarken aidiyetini sorguladığın yaşamdan “güvendesin ve seni koruyoruz” diye seslendim sana var gücümle. 

Kapıdan içeri girdiğinde yüzündeki telaşa, çıktığın yokuşta hızlanan nefesin eşlik ediyordu. Sokağın tamamını saran adaçayının tanıdık kokusu adımlarının doğru yöne aktığının en samimi şahidiydi. Mavi gözleri olan uzun sarı saçlı mavi bir ses karşıladı seni ve “hoşgeldin” dedi. Etraftaki melek figürlerine, mavi’ye, onun sesine ve tanıdık dostlara gülümsedin altın ışığını göz bebeğinin tam da ortasına ustaca yerleştirerek. Salonun ortasında 10 adet puf ve her birinize ait beyaz dumanlı büyülü mum eşliğinde başladı yolculuğun. 

Gözlerini kapatıp, sadece akışta kalmaya niyet ettiğin dakika araladın tüm kapıları. Kristal ışık ile tüm bedenini arındırarak içindeki en kadın ve en erkek tarafını dengelemekti senin için esas olan. Halbuki o kapıların ardında daha nice şifaya kucak açtın zamansızlığın içinde. Gönül gözün mor ışıkla karşılaştığında içindeki bilge huzurla gülümsüyordu ve rahatça yerleşti varlığının en derinine. Onunla yeniden buluşmak, ruhunun gülümsemesi için yeterliydi. 

Sonra elinle bedeninin mavisine, yeşiline, sarısına ve kırmızısına dokunduğunda, sonsuzluk döngüsünün başının üzerinde özgürce dolaşmasına izin verdin huzurla.  Bedeninin en üst noktasından en altına kadar bir ağaç gibi uzadın ve köklendin güzel nefesinle. Ellerini kalbine götürdüğünde “koşulsuz sevgi” parmaklarından kalbine aktı. Evrensel yaşam enerjisi anlamına geldiğini ezbere bildiğin –ki dolu dizgin aktı her bir hücrene. 

Yolculuğun devamında 1’den 15’e ve 15’ten geriye sayıldığında; sayıların, zamanın anlamını yitirerek an’la bütünleştiğinde, Pleiades takımyıldızından, çok uzaklardan bir ses, bir yaşam sundu önüne, sana tanıdık. Önce biraz korktuğunun elbet farkındaydım, o dakika yine seslendim sana güvendesin diye ve birlikte kısa bir yolculuğa çıktık varlığının gökyüzüne olan merakına doğru, adım adım. Bundan daha fazlası olmalı diye düşündüğünde, bu farkındalıkla mücadeleni ayakta alkışlıyordum, beraberimdeki bilgeler, yunuslar ve gökkuşakları ile. 

Geri dönerken kendini birden ormanda bulduğundaki şaşkınlığın görülmeye değerdi. İşte oradaydı senin bir başka yaşamının farkındalığı. Ormanın içinde karşına çıkan yarısı at yarısı ise insan o güçlü varlıkla, doğanın en derinindeki buluşmanızı, etrafınızı saran tüm ağaçlar salınarak selamladı. Çıplak bedeninden aşağıya uzanan örgülü uzun saçlarınla etrafını izliyorken, yaşamının savaşçı haline gittik birlikte. Oradaydı, tam da karşındaydı ruhunun bir diğer yarısı. 

Kendini ilk keşfetmeye başladığında söylenilen MÖ. 600lü yıllarda Kanarya Adalarında, iki yaşında hayata veda ederken annenden ayrıldığın yerde uzanan uzun kumsalları yeniden ziyaret ettin. 
Mavi’nin sesi uçurtmanın bir ayağının bedende olduğunu anımsatarak; benden bir hediye istemeni söyledi. Bir anahtar bıraktım avcuna. Varlığın gözlerini kıstı ve gülümsedi.  Evrensel yaşam ve içindeki kadın ve erkeğin dengesinin sembolü buluştu seninle. Nil’in, yaşamın anahtarını bırakmıştım avcuna. Şekli insanı andıran ve tam gözünün önüne gelmese de elinle havaya çizebileceğin bu sembol yaşamının yeni farkındalık düzeyine doğru ilerlerken seninle. Sadece, yine niyetinle ve bunu sevgiyle karşılayıp; kabul ettiğini biliyorum.

İçine girdiğin ve ışık hızındaki yolculuğun esnasında karşına çıkan tüm vizyonu kana kana okuduğun bu bilgelik an’ından sana seslendim ve huzurla an’a, bedenine, yeni farkındalıklarınla geri geldiğinde karşımda altın, mor ve yeşil ışığın dans ediyordu. Bir zamandır kaleminle buluşmayan elinden, yüreğinden kelimeler aktı ve seslendin öz’den.  

Hadi şimdi seninle birlikte, teni bu satırlara değen herkes kapasın gözlerini ve varlığa, yaşamın evrenselliğine, öz’e doğru yolculuğun kapılarını aralasın. 

Aşkla, ışıkla,
Öz’le buluşma 

Sevgili Gülçin’e, sesine, mavi ışığına sevgilerimle: http://www.mavininsesi.com/ 


Tarihlerin de bir önemi yok aslında zamanın da…  Evvel zaman içinde kalbur saman içinde insanlar öncelikle duvarlara yazarak kendilerini anl...