Muhteşem bir fotoğrafa rastladım Sevgili Seçil'in sayfasında... bu fotoğraf diyor ki "koydum sevinçlerimi önüme, baktım hepsi ailem"...
Yaşamın gerekliliklerinin karşısında duran "öncelikler". "Yapmam gerekli" cümlesinin içindeki zorunluluk hali ve "öncelik tanımak" cümlesindeki değerli paha biçilemez özen...
"Önceliklerini belirle" diye seslendiklerinde eğer sadece iş ve yapmak zorunda olduklarını düşünüyorsan; bu durumda ellerini kalbine koyup, derin bir nefes alıp soldaki fotoğrafa yeniden bak ya da evinin köşesindeki aile, arkadaş albümünü al karşına ve yeniden sırala önceliklerini.
Ailenin, sesinin rengi gülümsemediğinde de; yaşamın coşku ve aşkla dolduğunda da seni koşulsuz sevgi ile sarmalamalarına izin ver. En küçük bireyden hayatı sil baştan öğren dilersen; büyüğünden de her bir dakikanın ne kadar kıymetli olduğunu.
Yaşamın gerekliliklerini her gün bir kaç dakika olsun sıyır kenara ve özenle besle önceliklerini... En başa kendini koy sonra da sırala işte çalakalem, ne gelirse; her kim, değiyorsa aklına, yüreğine.
Aşkla, ışıkla,
Burçak
Ahmet Şerif İzgören
http://www.izgorenakademi.com/
Genç bir yönetici, yeni jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar gecen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı.
Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti. Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu:
- “Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu?”
Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi.
- “Lütfen, amca, lütfen kızmayın Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı.”
Çocuk gözlerinden süzülen yasları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti.
- “Abim orada. Yokuştan yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.”
Çocuğun simdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu;
- Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardim edebilirimsiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır.
Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı. Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi. Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi. Oradaki izi, su mesajı hiç unutmamak için sakladı:
“Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme. Evren ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır. Fısıltıyı dinle veya taşı bekle.”