Gülsen Annem…
benim mahremim…
annemin can dostu…
herkesle ayrı bir hikayesi olan can’ımız...
seni çok özledik…
Çocukluk anılarımın bayramıydı Fatsa’ya gitmek… Ucunda, sokaklarda koşturmak, dede’ye şımarıp bolca harçlık almak, çocukluk arkadaşlarıyla çatıdan çatıya atlayarak hasret gidermek, sahipsiz sokak kedilerini bir araya toplayıp beslemek ve sonrasında çığlık çığlığa kuduz aşısı olurken kendini annenin kızgın bakışları altında hastanede bulmak; sazlı, sözlü buluşmalardan kulağımızda kalan tınılar, çeşit çeşit boyama kitapları; kocaman, kalabalık bir aile vardı…
Fatsa’ya girişteki köprünün üzerindeyken, arkada iki çocuk “Fatsa’ya geellllddiiiikkkkk” çığlığı atardık mutlulukla… Araba’dan iner inmez heyecanla koşardık annanemize, çık çık bitmezdi merdivenler… sabırsızlıktan değil, merdivenler çoktu :) Nefes nefese de olsa koşarak girerdik evin içine ve kocaman sarılırdık ev ahalisine. Ardından, sobanın samimi sıcaklığı sarardı minik yüreklerimizi ve karadeniz’in mis gibi yemeklerini coşkulu bir iştahla yerdik…
Yemeğin ardından, saat kaç olursa olsun evden çıkar özgürlüğün tadını çıkarırdık ait olduğumuz yerde. Sokakta, benim tanımadığım ama bana sarılıp içtenlikle öpen; garip şiveleriyle bir sürü övgüyle beni donatan teyzeler olurdu her daim. Memleketteydik sonuçta…
Kavuşmaya can atılan ikici adresimiz hep aynıydı… Gülsen Anne. Gülsen Anne, içten öpücük demekti, sevildiğini bilmek demekti, çocuk hayalleri süsleyen bolca boyama kitabı, renkli kalemler, bir sürü şemsiye çikolata, uzaktan şirinlik yaparak gıdıklayabileceğin kocaman tatlı komşulara ziyaret ve annenin kızacağı şeyleri yapabilecek kadar prenses olmak demekti…
Büyüdükçe gördüm ki benim biricik dayımın hayat arkadaşı Gülsen Anne, aşka aşık; alışılmadık kadın demekti…
Sevgilisini kaybetmenin yükünü taşıdı yıllarca omuzlarında. Bir yuvası; evi olsundu en büyük dileği… Hem anne yarısıydı, hem arkadaş, hem dost… Yüreklerinde aydınlıktan eser kalmamış eller, ona adına yakışır bir hayat sunacaklarına, har vurup harman savurdular kırılgan ruhunu; bedenini…
Ama bir sır vereyim sizlere… Gülsen Annem dünyanın en güçlü kadınıydı; el ne derse desindi… Acısa da içi, ağaç gibi salmıştı ya köklerini, rüzgar esti mi şöyle bir salınırdı sadece; kimsenin ağzına alamayacağı hastalığıyla bile tek başına mücadele etti kendine yakışır cesaretiyle, ilk erkek arkadaşımı bir o bildi ve hınzır bir gülümsemeyle sakladı sırrımı; kadın eline yakışmaz (!) ama güzel içerdi rakı’yı; yalnızlığını dostlarının hayatını tamamlayarak yatıştırırdı; tüm çocuklar ona kıymetliydi; o tüm çocuklarına… ki onlar, bugün bile Gülsen Anne’lerini kalplerinin en dokunulmaz yerinde yaşatıyor…
Çocukluk anılarımın buruk bir gülümsemeye gebe olduğunu içten içe bilir gibi bol bol mutluluk biriktirdim ben Fatsa’da… Bir tek Gülsen Annemi biriktiremedim… işte bu yüzdendir ki… Her 30 Ocak’ı eksik yaşar; hissederim… ama bilirim ki, ışık ışık o şimdi ve bizimle…
Sevgi ve Özlemle,
Burcak